Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - J Psy Nurs: 12 (4)
Cilt: 12  Sayı: 4 - 2021
1.
Önsayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - IV

EDITÖR'DEN
2.
Editör'den
Editorial
Hülya Arslantaş
Sayfalar V - VI

ARAŞTIRMA MAKALESI
3.
COVID-19 tanısı alan ve almayan hemşirelerin psikolojik dayanıklılık, mesleki doyum ve korku düzeylerinin değerlendirilmesi
Assessment of psychological resilience, job satisfaction, and fear level of nurses infected and not infected with the COVID-19 virus
Ayşe Gökce Işıklı, Hakan Şen, Duygu Soydaş
doi: 10.14744/phd.2021.57983  Sayfalar 281 - 278
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 toplumlardaki tüm bireyleri olumsuz etkilediği gibi hemşirelerin de hem ruh sağlıklarını hem de sosyal ve iş yaşamlarını etkilemiştir. Bu araştırmanın amacı COVID-19 tanısı alan ve almayan hemşirelerin psikolojik dayanıklılık, mesleki doyum ile korku düzeylerinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel türde olan bu araştırma Türkiye’nin bir üniversite hastanesinde yapıldı. Veriler Mart 2021- Nisan 2021 tarihleri arasında, COVID-19 tanısı pozitif (n=66) ve negatif (n=66) olan toplam 132 hemşireden toplandı. Veriler bir bireysel tanıtım formu, Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği, Mesleki Doyum Ölçeği ve COVID-19 Korkusu Ölçeği kullanılarak toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı analizler, Student t testi, ki-kare analizi, Pearson korelasyon analizi ve tek yönlü Anova testi kullanıldı.
BULGULAR: Hemşirelerin ölçek puan ortalamaları; psikolojik dayanıklılık için ortalamanın üzerinde (58.44±10.12), mesleki doyum için orta (66.19±12.81) ve COVID-19 korkularının düşük (18.46±6.56) olduğu bulundu. COVID-19 tanısı almış olmak bu değişkenler üzerinde etkili değildi (p>.05). Hastaneye yatarak COVID-19 tedavisi gören hemşirelerin mesleki doyum düzeylerinin ayakta tedavi görenlerden daha düşük olduğu (p=.009), korku düzeylerinin ise daha yüksek olduğu belirlendi (p=.004).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmanın bulguları COVID-19 tanısı alan ile almayan hemşirelerin psikolojik dayanıklılık, mesleki doyum ve korku düzeylerinin yüksek olmadığını ve aralarında fark olmadığını gösterdi. Hastaneye yatarak COVID-19 tedavisi gören hemşirelerin mesleki doyum düzeyleri daha düşük, korku düzeyleri ise daha yüksekti. Özellikle COVID-19 nedeniyle hastaneye yatarak tedavi görenler başta olmak üzere, hemşirelerin psikolojik dayanıklılık ve mesleki doyumlarının arttırılması için gerekli girişimlerin yapılmasını önermekteyiz.
INTRODUCTION: The worldwide outbreak of coronavirus 2019 (COVID-19) has had broad consequences for individuals and societies. The pandemic has had a particular effect on nurses' mental health, as well as their social and occupational life. The aim of this study was to evaluate and compare the psychological resilience, job satisfaction, and fear levels of nurses who had and had not developed COVID-19.
METHODS: This cross-sectional study was conducted in a university hospital in Turkey with data collected between March 2021 and April 2021. A total of 66 nurses infected with the virus that causes COVID-19 were included in 1 group and 66 nurses who had not been infected were included in a second group. A personal information form, the Psychological Resilience Scale (PRS), the Job Satisfaction Scale (JSS), and the Fear of COVID-19 Scale (FCV-19S) were used to gather the study data. Data analysis was performed using descriptive analysis, Student’s t-test, chi-squared testing, Pearson’s correlation coefficient measurement, and one-way analysis of variance.
RESULTS: The mean PRS of the nurses was 58.44±10.12, the mean JSS score was 66.19±12.81, and the mean FCV-19S score was 18.46±6.56. COVID-19 infection did not result in a significant difference in these variables (p>.05). However, the professional satisfaction levels of the nurses who had to be hospitalized for COVID-19 treatment were lower than that of the others (p=.009) and their fear levels were higher (p=.004).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings of the study indicated that while the psychological resilience, job satisfaction and fear levels of nurses who were infected with the COVID-19 virus and those who were not were not high, the infection did not result in a significant difference between the groups. Nurses who had been hospitalized for COVID-19 treatment demonstrated lower levels of professional satisfaction and higher levels of fear. Appropriate measures should be taken to increase nurses' psychological resilience and professional satisfaction.



4.
Otizm spektrum bozukluğu olan çocuğa sahip ebeveynlerin istismar konusundaki farkındalıklar
Awareness about potential abuse among parents of children with autism spectrum disorder
Yeşim Zülkar, Selin Söyünmez, Fatma Dilek Turan, Ayşegül İşler Dalgıç
doi: 10.14744/phd.2021.78055  Sayfalar 288 - 296
GİRİŞ ve AMAÇ: Otizm-spektrum-bozukluğu olan 4-6 yaş grubu çocuğa sahip ebeveynlerin istismar farkındalık düzeylerini ve ilişkili durumları belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Ocak 2019-Mart 2020 tarihlerinde bir üniversite, bir eğitim araştırma hastanesi ile iki özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine kayıtlı otizm-spektrum-bozukluğu olan çocuğa sahip toplam 74 ebeveyn ile gerçekleştirilmiştir. “Aile Tanıtım Formu”, “Ebeveynlere Yönelik İstismar Farkındalık Ölçeği” kullanılarak yüz-yüze görüşme yöntemi ile veriler toplanmış, sayı, yüzdelik dağılım, ANOVA, bağımsız gruplarda t testi ile analiz edilmiştir. Ölçek puanlarının yüksek olması, ebeveynlerin istismar farkındalıklarının yüksek olduğunu göstermektedir. Klinik Araştırmalar Etik Kurul onayı, kurumlardan ve ölçek sahibinden yazılı izin, ebeveynlerden aydınlatılmış onam alınmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan ebeveynlerin %92.40’ı anne ve ölçek puan ortalamaları 66.114±4.418 olarak bulunmuştur. Ebeveynler riskli buldukları durumları; istismarcının alkol-madde kullanması (%92.00), kendilerinin istismar hakkında bilgi eksiklerinin olması (%88.50) ve çocuğun cinsiyeti (%82.20), riskli gördükleri kişileri; yabancı (%93.60) ya da tanıdık bireyler (%90.50), riskli gördükleri yerleri ise; sokak (%79.60) ve eğitim kurumları (%69.70) olarak belirtmişlerdir. İstismarın önlenmesinde önemli görülen meslek; polis (%81.20) ve psikolog (%80.40) olarak görülürken, bu meslekler arasında sağlık profesyonelleri yer almamaktadır. Ebeveynler istismardan şüphelendiklerinde en sık başvuracakları yolları ise savcılık (%94.30) ve polis (%92.30) olarak sıralamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada çocuklarına yönelik istismar farkındalık düzeyleri yüksek bulunmakla birlikte ebeveynler, istismar hakkında bilgi eksiklerinin olduğunu ifade etmişlerdir. Ebeveynlerin istismarın önlenmesinde sağlık profesyonellerini ifade etmemeleri dikkat çekicidir. Özel gereksinimi olan çocukların ebeveynlerine pediatri ve toplum ruh sağlığı hemşireleri tarafından istismarın önlenmesine yönelik eğitim ve danışmanlık verilerek farkındalık düzeyleri artırılmalıdır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the abuse awareness level and related characteristics of parents with children aged 4-6 years diagnosed with autism spectrum disorder (ASD).
METHODS: A total of 74 parents of children with ASD who presented at a university or an educational research hospital, or with children enrolled at 2 special education rehabilitation centers in January 2019–March 2020 were included in the study. The data were collected in face-to-face interviews using a family information form and the Abuse Awareness Scale for Parents. The analysis included t-test comparison of independent groups, calculation of number and percentage distribution, and analysis of variance. Ethics committee and institutional approval, as well as permission from the creator of the scale, were obtained and the parents provided informed consent.
RESULTS: The scale scores indicated that the parents' awareness of abuse was high. Of the parents participating in the study, 92.40% were mothers. The mean scale score was 66.114±4.418. Parents identified the following factors most often as a source of risk: substance abuse of an abuser (92.00%), the parents’ lack of information about abuse (88.50%), and the gender of the child (82.20%). They saw strangers (93.60%) as somewhat more threatening than known individuals (90.50%), and indicated that they thought abuse was more likely to occur on the street/in the community (79.60%) than in educational institutions (69.70%). Professionals they deemed most important in the prevention of abuse were the police (81.20%) and psychologists (80.40%); other health professionals received little to no mention. Parents indicated that if they suspected abuse, the most common sources of redress would be prosecutors (94.30%) and the police (92.30%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the awareness level of potential abuse of their children was high, the parents interviewed felt that they lacked sufficient information about abuse. It is noteworthy that the parents did not consider healthcare professionals other than psychologists as having a meaningful role in the prevention of abuse. Training and counseling about the prevention of abuse for parents of children with special needs provided by pediatric and community mental health nurses could help raise awareness and knowledge of the community resources available to parents, as well as supplement a sense of caring and security.

5.
İnfertil kadınların yaşadıkları aile içi şiddet ve baş etme yöntemleri
Marital violence against infertile women and their coping strategies
Arife Çalışkan, Filiz Süzer Özkan
doi: 10.14744/phd.2021.46503  Sayfalar 297 - 306
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma infertil kadınların yaşadıkları aile içi şiddet ve baş etme yöntemlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve ilişkisel olarak yapılan araştırmada, Batı Karadeniz bölgesindeki bir üniversite hastanesinde İnfertilite polikliniğine başvuran 175 kadın araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmanın verileri Kişisel bilgi formu, Aile İçi Kadına Yönelik Şiddet Ölçeği ve İnfertil Kadınlar İçin Baş Etme Ölçeği ile toplanmıştır. Elde edilen veriler bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistikler, student-t testi, tek yönlü varyans analizi (anova), spearman korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Araştırmada infertil kadınların en çok duygusal, sözel, ekonomik ve cinsel şiddete maruz kaldıkları, eğitim düzeyi, aile tipi, yaşanılan yer, evlenme şekli, infertilite nedeni, eş yaşı ile Aile içi Kadına Yönelik Şiddet Ölçeği arasında istatistiksek olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Kadınların baş etme yöntemi olarak en çok; umut, eş ilişkileri, kendine yatırım yapma, sosyal destek arama, kabul ve spirituel baş etmeyi kullandıkları, yaş ve infertilite süresi ile İnfertil Kadınlar İçin Baş Etme Ölçeği arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Kadına yönelik aile içi şiddet arttıkça baş etmenin azaldığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnfertilite tanısı alan kadınların şiddete maruz kaldıkları ve çeşitli baş etme yöntemleri kullandıkları göz önüne alındığında; sağlık profesyonelleri bu çiftlere bakım verirken aile içi şiddeti göz önünde bulundurmalı, kadınları güçlendirmeyi ve etkili yöntemlerle baş etme gücünü arttırmayı hedeflemelidir.
INTRODUCTION: This study was designed to determine factors that contribute to marital violence against infertile women and to analyze the women’s coping strategies.
METHODS: A total of 175 women who visited the infertility polyclinic of a university hospital in the Western Black Sea region of Turkey were included in this descriptive, correlational study. The data were collected using a personal information form, the Scale for Marital Violence Against Women (SDVW) and the Coping Scale for Infertile Women (CSIW). The data were analyzed using descriptive statistics, the Student t-test, one-way analysis of variance and Spearman’s correlation analysis.
RESULTS: Infertile women were exposed to emotional, verbal, economic, and sexual violence. A statistically significant relationship was found between the participants’ level of education, family type, place of residence, type of marriage, reason for infertility, age of the spouse, and SDVW score. The most frequently used coping strategies were hope, spousal relations, investment in personal wellness, seeking social support, acceptance, and spirituality. A statistically significant difference was found between the participants’ age and duration of infertility and their scores on the CSIW. Participants’ coping levels decreased as marital violence increased.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Given that women diagnosed with infertility may be exposed to violence and may use a number of coping strategies, healthcare professionals should take marital violence into consideration when providing infertile couples with care. They should support women and help to increase the use of positive coping methods using proven, effective methods.

6.
The use of virtual social networks and the relationship to emotional intelligence among nursing students
Jamal Hamah-morad, Ali Mostafazadeh, Hossein Namdar Areshtanab, Hossein Ebrahimi, Mohammad Arshadi Bostanabad, Mina Hosseinzadeh
doi: 10.14744/phd.2021.14237  Sayfalar 307 - 313
INTRODUCTION: This study was conducted with the aim of determining the degree and type of use of electronic social networks and the relationship to emotional intelligence among nursing students.

METHODS: This descriptive correlational study included 406 students of the Tabriz University of Medical Sciences Faculty of Nursing and Midwifery who were selected using the census method. The data gathering tools were a researcher-made demographic questionnaire, a questionnaire on Internet-based social network use, and the Siberia Schering’s Emotional Intelligence Standard Questionnaire. The data were analyzed using SPSS for Windows, Version 16.0 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA), descriptive statistics, and inferential statistics, using the Pearson correlation coefficient.
RESULTS: The mean total score reflecting use of virtual social networks was 116.81±17.20 (scale: 38–190), and the overall emotional intelligence score was 99.27±11.48 (scale: 33–165). The emotional intelligence and social network use dimensions that received the highest scores were related to self-motivation and sharing academic content. There was a negative statistical relationship between the use of Internet-based social network applications and emotional intelligence variables (r=-0.40; p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Due to the negative relationship between the use of virtual space and emotional intelligence and the positive effect that the emotional intelligence component can have in establishing a proper relationship between nurse and patient, university officials should consider methods to guide safe and appropriate student use of virtual networks.

7.
COVID-19 pandemi sürecinde sağlık çalışanlarının anksiyete düzeylerinin psikolojik sağlamlıkları ve yaşadıkları sorunlar açısından incelenmesi
An analysis of the healthcare personnel’s anxiety levels during the COVID-19 pandemic in terms of their psychological resilience and the problems they experienced
Semra Saruç, Ayşe Kızıltaş
doi: 10.14744/phd.2021.04378  Sayfalar 314 - 323
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma COVID-19 pandemi sürecinde sağlık çalışanlarının kaygı düzeylerinin psikolojik sağlamlıkları ve yaşadıkları sorunlar açısından incelenmesini amaçlamaktadır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma ilişkisel tarama modeliyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini Türkiye’deki çeşitli hastanelerde çalışan toplam 411 sağlık çalışanı (hekim, hemşire, ebe, diş hekimi, eczacı, acil tıp/ ameliyat teknikeri- teknisyeni, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, diyetisyen, paramedik, laborant, tıbbi sekreter gibi) oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak Kişisel Bilgi Formu, Beck Anksiyete Envanteri (BAI) ve Connor ve Davidson Psikolojik Sağlamlık Ölçeği (CD-RISC) kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler için Pearson Momentler Çarpımı Korelasyonu ve Çoklu Hiyerarşik Regresyon Analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmanın sonuçları, sağlık çalışanlarının anksiyetelerinin orta düzeyde olduğunu (=17.25 ve ss=14.81), kadınların, COVID-19 belirtileri gösterenlerin, odaklanma sorunu yaşamanın, fiziksel yorgunluğun, yeterli koruyucu ekipman temin edememenin, virüs bulaştırma endişesiyle dışlanmanın, eş/partnerle iletişim sorunlarının sağlık çalışanlarının anksiyete düzeylerini pozitif yordadığını göstermiştir. Bununla birlikte sosyal hayatı eskisi gibi sürdürememe ve psikolojik sağlamlık düzeyinin yüksek olmasının ise sağlık çalışanlarının anksiyete düzeylerini negatif yordadığı ve modelin toplam varyansın %57.3’ünü açıkladığı bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlar ışığında, özellikle pandemi sürecinde sağlık çalışanlarının kaygı düzeylerini azaltmaya yönelik önleyici gelişimsel ruh sağlığı müdahalelerinin planlanarak, disiplinler arası ekiple uygulanması önerilebilir.
INTRODUCTION: This study aims to analyse healthcare personnel’s anxiety levels during the COVID-19 pandemic in terms of their psychological resilience and the problems they experienced.
METHODS: The study was carried out with the relational screening model. The sample of the study consisted of 411 healthcare personnel working in various hospitals in Turkey (physicians, nurses, midwives, dentists, pharmacists, emergency medical/surgical technicians, social workers, psychologists, dieticians, paramedics, laboratory workers, medical secretaries, etc.). A personal information form, the Beck Anxiety Inventory (BAI), and the Connor-Davidson Resilience Scale (CD-RISC) were used to collect data. In the analysis of the data, Pearson's Product-Moment Correlation, Hierarchical Multiple Regression Analysis were used for descriptive statistics.
RESULTS: The study results indicated that healthcare personnel had a moderate level of anxiety (=17.25 and ss=14.81) and that being female, showing the symptoms of COVID-19, having difficulty concentrating, physical fatigue, inability to obtain adequate protective equipment, being excluded due to the concern of transmitting the virus, and having problems in communicating with their spouse/partner positively predicted the healthcare personnel’s anxiety levels. On the other hand, the inability to maintain their previous social life and a high psychological resilience level negatively predicted the healthcare personnel’s anxiety levels, and the model explained 57.3% of the total variance.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Based on these results, it is recommended that preventive developmental mental health interventions be planned and carried out with an interdisciplinary team to reduce healthcare personnel’s anxiety levels.

8.
COVID-19 pandemisi Türkiye'deki bir üniversite hastanesi psikiyatri kliniğine olan ayaktan başvuruları ve konsültasyon istemlerini nasıl etkiledi?
How did the COVID-19 pandemic affect outpatient presentations and consultation requests at a university hospital psychiatry clinic in Turkey?
Zekiye Çelikbaş, Sedat Batmaz, Esma Akpınar Aslan, Burcu Eser, İlker Güneysu, Ahmet Ekrem Savaş, Sare Aydın
doi: 10.14744/phd.2021.48108  Sayfalar 324 - 332
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de pandemi döneminde psikiyatri kliniğimize ayaktan başvuran ve tarafımıza konsülte edilen olguların sosyodemografik özellikleri ve tanı dağılımlarının pandemi öncesi döneme göre nasıl değiştiğini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmaya Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’ne 12.03.2020-09.06.2020, 13.12.2019-11.03.2020 ve 12.03.2019-09.06.2019 tarihleri arasında ayaktan başvuran olgular ile kliniğimizden istenen konsültasyon vakaları alındı. İstatistiksel olarak tanımlayıcı analizler ile gruplar arası karşılaştırmalar için bağımsız gruplar t-testi, tek yönlü varyans analizi veya ki-kare testi uygulandı.
BULGULAR: Çalışmaya 4634 poliklinik başvurusu ve 505 konsültasyon olmak üzere toplamda 5139 olgu alındı. Pandemi döneminde poliklinik başvurularının önemli oranda azaldığı ve bu dönemdeki en sık psikiyatrik tanıların anksiyete (%35.8) ve depresyon bozuklukları (%30.2) olduğu görüldü. Pandemi döneminde en sık anksiyete (n=94, %40.9) ve depresyon (n=89, %38.7) tanılı hastaların şikayetlerinde artış gözlendi. Pandemi döneminde depresyon ve uyku bozukluklarındaki oransal değişim istatistiksel olarak anlamlıydı. Yataklı servis (n=95, %22.9) ve acil servis konsültasyonlarının (n=12, %13.3) pandemi döneminde en düşük olduğu gözlendi. Servis konsültasyonlarının tanısal dağılımında pandemi döneminde anlamlı bir farklılık saptanmazken; acil servisten istenilen konsültasyonlarda deliryum olgularının sayısında belirgin bir artış vardı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Poliklinik başvuruları ve konsültasyon istem sayılarında pandemi döneminde azalma olduğu, özellikle depresyon hastalarının alevlenme yaşadığı ve acil servis konsültasyonlarında deliryum tanısının belirgin şekilde arttığı bulundu.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the change in sociodemographic characteristics and the diagnostic distribution of patients who presented at a psychiatric clinic in Turkey or were the subject of a consultation request during the coronavirus 2019 (COVID-19) pandemic compared with the pre-pandemic period.
METHODS: The research included patients who presented at the Tokat Gaziosmanpaşa University Research and Practice Hospital Psychiatry Outpatient Clinic as well as consultation cases requested by the clinic during 3 periods that reflected conditions prior to and after the declaration of a pandemic: March 12-June 9, 2020, December 13, 2019-March 11, 2020, and March 12-June 9, 2019. An independent samples t-test, one-way analysis of variance or chi-squared test was used to provide statistically descriptive analyses and intergroup comparisons.
RESULTS: A total of 5139 cases, 4634 outpatient presentations and 505 consultations, were included in the study. The number of outpatient clinic presentations decreased significantly during the pandemic. The most common psychiatric diagnoses were anxiety disorders (35.8%) and depression disorders (30.2%). The proportional change in depression and sleep disorders was statistically significant during the pandemic; anxiety (n=94, 40.9%) and depression (n=89, 38.7%) complaints increased the most. Inpatient (n=95, 22.9%) and emergency room consultations (n=12, 13.3%) were lower during the pandemic period measured. There was no significant difference in the diagnostic distribution of inpatient consultations during the pandemic period; however, there was a significant increase in the number of requests for consultation from the emergency room for delirium cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The number of outpatient clinic presentations and consultation requests decreased during the pandemic period. Patients with depression particularly experienced exacerbation, and the number of delirium consultations in the emergency room increased significantly.

9.
Kronik kaşıntılı hastalarda algılanan stres ve stresle baş etme yöntemleri
Perceived stress level and methods of coping with stress in patients with chronic itching
Sema Yabaci, Dilek Efe Arslan, Nazan Kılıç Akça
doi: 10.14744/phd.2021.97752  Sayfalar 333 - 340
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma; kronik kaşıntı problemi olan hastalarda stres düzeylerini ve stresle baş etme yöntemlerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Yozgat Bozok Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Yozgat Devlet Hastanesi ve Sorgun Devlet Hastanesi'nde yer alan dermatoloji polikliniklerine kaşıntı şikayeti ile başvuran hastalarla gerçekleştirilmiş olup 125 hasta örneklemi oluşturmuştur. Veriler hasta tanıtım formu, Visual Anaolog Skala, Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÇTÖ) ile elde edilmiştir.
BULGULAR: Bu çalışmada; hastaların kaşıntı süresi ortalaması 27.11±49.74 (ay) ve kaşıntı şiddeti ortalaması (VAS) 6.52±2.05’dir. Hastaların ASÖ puan ortalaması 29.71±7.2 (14-47) olup algılanan stres ortalamanın üzerindedir. Şiddetli kaşıntısı (7 ve üzeri) olan kadın hastaların ASÖ puan ortalamalarının daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). 4-6 yıl süreyle kaşıntı yaşayan hastaların çaresiz yaklaşımı daha çok kullandıkları saptanmıştır (p<0.05). Akşam saatlerinde kaşıntısı olan hastaların sosyal destek aramayı daha fazla kullandıkları saptanmıştır (p<0.05). Hastaların ASÖ ile boyun eğici yaklaşım puanları arasındaki zayıf düzeyde pozitif ilişki (r=0.292, p<0.001) ve ASÖ ile sosyal destek arama arasında ise zayıf düzeyde negatif ilişki (r=-0.182, p<0.05) bulunmuştur. Hastaların yaşı ile iyimser yaklaşım arasında zayıf düzeyde pozitif bir ilişki (r=0.275, p<0.01) bulunmuştur. Kaşıntı süresi ile kendine güvenli yaklaşım (r=-0.177, p<0.05) ve sosyal destek arama arasında (r=-0.216, p<0.05) zayıf düzeyde negatif bir ilişki tespit edilmiştir. Hastalık süresi ile sosyal destek arama (r=-0.224, p<0.05) arasında zayıf düzeyde negatif yönde ilişki saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastaların stres düzeyi arttıkça stres ile başa çıkmada pasif baş etme yöntemleri kullandıkları görülmüştür. Kronik kaşıntılı hastanın hemşirelik yönetiminde, hemşire aktif başa çıkma yöntemlerinin kullanımını artırmak için uygun görüşme yöntemlerini kullanmalıdır.

INTRODUCTION: This study was conducted to evaluate the stress level and coping methods of patients with a chronic itching problem.
METHODS: The research was carried out with patients who presented at the dermatology outpatient clinics of Yozgat Bozok University Research and Application Hospital, Yozgat State Hospital, and Sorgun State Hospital with a chronic itching complaint. The sample consisted of 125 patients. The data were collected using a patient information form, and scores of a visual analogue scale (VAS), the Perceived Stress Scale (PSS), and the Coping Style Scale (CSS).
RESULTS: The mean duration of an itching problem was 27.11±49.74 months and the mean itching severity based on the VAS score was 6.52±2.05. The mean PSS score was 29.71±7.2 (min-max: 14-47), which was greater than the median possible score. Female patients with severe itching (VAS ≥7) had a higher mean PSS score. A passive approach was seen more often in patients who had experienced excessive itching for 4-6 years. Patients who reported itching in the evening used the coping style of seeking social support more than other groups. A weak positive correlation was seen between the PSS score and a passive coping style, and between the PSS score and seeking social support. A weak positive correlation was also found between patient age and an optimistic approach. A weak negative correlation between the duration of itching and a self-confident approach and seeking social support was also recorded. Finally, a weak negative correlation was found between the duration of illness and seeking social support.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was observed that as the stress level of the patients increased, they more often used passive methods to cope with stress. Nursing management of patients with chronic itching and a high stress level should include appropriate methods to increase the use of active coping methods.

10.
Şizofreni tanılı bireylerin çalışma yaşamına ilişkin görüşleri: Kalitatif çalışma
Views of individuals diagnosed with schizophrenia on working life: A qualitative study
Zekiye Çetinkaya Duman, Gülsüm Zekiye Tuncer, Ayşe Sarı, Koksal Alptekin
doi: 10.14744/phd.2021.80947  Sayfalar 341 - 349
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmanın amacı çalışma deneyimi olan şizofreni tanılı bireylerin çalışma yaşamına ilişkin görüşlerini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma nitel araştırma yöntemlerinden tanımlayıcı kalitatif tasarımdadır. Şizofreni tanılı 11 birey ile yarı yapılandırılmış görüşmeler aracılığıyla veriler toplanmıştır. Örneklem seçiminde amaçlı örneklem yöntemi kullanılmıştır. Çalışmaya en az 24 aylık hastalık öyküsü olan, herhangi bir işitme sorunu olmayan, geçmişte tam/yarı zamanlı bir işte çalışmış veya çalışmaya devam eden, en az 1 yıldır remisyon döneminde şizofreni tanılı bireyler dâhil edilmiştir. Verilerin analizinde içerik analizi yöntemi kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırma sonucunda dört ana tema elde edilmiştir. Bu temalar Yaşamın Bir Parçası Olarak Çalışma Hayatı, Kolaylaştırıcılar, Engeller ve Öneriler/Beklentiler’ dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Şizofreni tanılı bireyler için çalışmak yaşamın bir parçasıdır ve önemlidir. Bununla birlikte şizofreni tanılı bireylerin iş yaşamına dâhil edilmesini sağlayan kolaylaştırıcılar, iş yaşamını zorlaştıran ve iş yaşamından uzaklaştıran engeller bulunmaktadır. Ruh sağlığı profesyonellerinin şizofreni tanılı bireylerin iyileşmesinde ve toplum içinde görünür olmalarında önemli bir alan olan çalışma yaşamına ilişkin farkındalıkları önemlidir. Araştırmadan elde edilen sonuçların, ruh sağlığı profesyonelleri tarafından kronik ruhsal hastalığı olan bireylere yönelik oluşturulan psikososyal müdahale programlarının içeriğine entegre edilmesi ve istihdam ortamı oluşturulmasına yönelik planlamaların yapılması oldukça önemlidir.
INTRODUCTION: In the study, it was aimed to determine the views of individuals diagnosed with schizophrenia with work experience about working life.
METHODS: The study has a descriptive qualitative design, one of the qualitative research methods. The study data were collected from 11 individuals diagnosed with schizophrenia through semi-structured interviews. For the selection of the individuals in the sample, the purposeful sampling method was used. Individuals with a history of at least 24 months of illness (schizophrenia), without hearing impairment, having worked or still working at a full or part-time job, and being diagnosed with schizophrenia, being in remission for at least 1 year were included in the study. The content analysis method was used in the analysis of the data.
RESULTS: Four main themes were obtained at the end of the study: Working Life as a Part of Life, Facilitators, Barriers and Suggestions/Expectations.
DISCUSSION AND CONCLUSION: For individuals diagnosed with schizophrenia, working is a part of life and is of importance. On the other hand, while there are facilitators that enable individuals diagnosed with schizophrenia to be included in the working life, there are obstacles that make their working life difficult and keeping them away from working life. Mental health professionals’ awareness of working life, which is an important area in the recovery of individuals diagnosed with schizophrenia and their visibility in the society, is of importance. Integration of the results obtained from the study into the content of psychosocial intervention programs created by mental health professionals for individuals with chronic mental illnesses and their making plans for the creation of an employment environment are of great importance.

SISTEMATIK DERLEME
11.
Çocuk ve adölesanlarda psikososyal iyilik halini geliştirmeye yönelik okul temelli ruh sağlığı programları: Sistematik inceleme
School-based mental health programs for improving psychosocial well-being in children and adolescents: Systematic review
Gizem Bıdık, Fatma Nevin Sisman
doi: 10.14744/phd.2021.14471  Sayfalar 350 - 361
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu sistematik inceleme çocuk ve adölesanlarda psikososyal iyilik halini geliştirmek için yapılan okul temelli randomize kontrollü çalışmaların sonuçlarını ve hemşirelerin bu alana katkılarını değerlendirme amacı taşımaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sistematik incelemede, Ekim–Aralık 2019 tarihinde “school mental health”, “nurses”, “school-based”, “intervention”, “mental health promotion”, “school mental health services”, “school-based mental health interventions”, “randomized controlled trial”anahtar kelimelerinin kombinasyonu kullanılarak 2010–2019 yıllarında yayınlanan randomize kontrollü okul temelli ruh sağlığı programlarını içeren çalışmalar “PubMed”, “Scopus” ve “CINAHL” veri tabanlarından tarandı. 16 çalışma sistematik incelemeye dahil edildi.
BULGULAR: Çalışma sonucunda pozitif ruh sağlığı-psikolojik iyilik halini geliştirmeye odaklanan programların faydalarına yönelik bulgular ortaya çıktı. Mevcut bulgular, psikososyal iyilik hali programlarının, hedeflenen sosyal duygusal beceriler, yaşam becerileri, iletişim becerileri, sorun çözme becerileri, öz-farkındalık, esneklik, öfke yönetimi, benlik saygısı, öz-yeterlik, yaşam memnuniyeti, olumlu beden algısı ve ruh sağlığı okuryazarlığında artış sağladığını göstermektedir. Programlarda oyunlar ve küçük grup çalışmaları gibi etkileşimli yöntemlerin kullanımının, didaktik bilgi öğretim yöntemlerinden daha etkili olduğu ve hemşirelerin yapılan çalışmalarda bulunma durumunun yetersiz olduğu görüldü. Metodolojik kalite değerlendirmesinde riskli özellik taşıyan çalışmalar olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu bulgulardan hareketle hemşirelere, toplum ruh sağlığını geliştirmek adına, metodolojik kalitesi yüksekokul temelli ruh sağlığı çalışmaları ortaya koymaları önerilmektedir.
INTRODUCTION: This systematic review aims to evaluate the results of school-based randomized controlled trials conducted to improve psychosocial well-being in children and adolescents. Moreover, it aims to evaluate the contribution of nurses to this field.
METHODS: Randomized controlled studies involving school-based mental health programs published between 2010 and 2019 were screened in PubMed, Scopus and CINAHL databases using the combination of the keywords “school mental health,” "nurses," "school-based," "intervention," "mental health promotion," "school mental health services," and "school-based mental health interventions." Note that 16 studies were included in this systematic review.
RESULTS: The study results revealed the benefits of programs focused on improving positive mental health and psychological well-being. Current results demonstrate that psychosocial well-being programs improve targeted social emotional skills, life skills, communication skills, problem-solving skills, self-awareness, flexibility, anger management, self-esteem, self-efficacy, life satisfaction, positive body perception and mental health literacy. It was observed that the use of interactive methods such as games and small group work in programs was more effective than didactic information teaching methods. Moreover, it was reported that nurses did not adequately take part in these programs. In the methodological quality assessment, there were studies with questionable methodological features.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Based on these results, we recommended that nurses should conduct school-based mental health programs with high methodological quality to improve community mental health.

LookUs & Online Makale