Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - J Psy Nurs: 11 (4)
Cilt: 11  Sayı: 4 - 2020
1.
Ön Sayfalar
Frontmatter

Sayfalar I - III

EDITÖR'DEN
2.
Editöryal
Editorial
Fahriye Oflaz
Sayfa IV

NITELIKSEL ARAŞTIRMA
3.
Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde duygusal yakınlık: Kalitatif bir çalışma
Emotional closeness in neonatal intensive care units: A qualitative study
Ayşe Gürol, Kadir Şerafettin Tekgündüz, Serap Ejder Apay, Süreyya Özdemir, Ramazan Güven
doi: 10.14744/phd.2020.65668  Sayfalar 261 - 267
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, annelerin duygusal yakınlıkta yaşadıkları engeller ve kolaylaştırıcı faktörler ile ilgili deneyimlerini ve algılarını, onların bebekleri Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde yattığı zaman içerisinde duygusal yakınlık ile ilgili hissettiklerini açıklamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada odak grup yöntemi kullanıldı. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde anne odasında kalan ve çalışmaya katılmayı kabul eden toplam dokuz anne çalışmaya katıldı. Verilerin toplanmasında yarı yapılandırılmış duygusal yakınlık formu kullanıldı. Görüşme boyunca ses kaydı alınarak anneler ile uygun bir ortamda yüz yüze görüşme tekniği kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmada anneler duygusal yakınlık hissetmelerini engelleyen, bebekleri ile olma ve onlara dokunabilmeyi engelleyen sıkıntılı durumlar tanımladılar. Anneler özellikle bebekleri ile yüz yüze olma ve göz kontağı kurmanın önemini vurguladılar. Dokunmak, bebekleri olduğunu hissetmenin ve duygusal yakınlık hissetmeyi artırıcı bir faktör olarak bildirildi. Anneler emzirmenin bebeklerine karşı duygusal yakınlık hissetmenin en aktif yolu olduğunu vurguladı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmadan elde edilen bulgular, annelerin bebeklerine duygusal yakınlığını kolaylaştıracak veya azaltabilecek koşullar ve ne zaman ve nasıl duygusal yakınlık hissedebilecekleri ile ilgili bilgi vermektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to explore perceptions and experiences of mothers with regard to the barriers and facilitators to emotional closeness and mothers’ feelings of emotional closeness when their newborn infants are cared for in neonatal intensive care units.
METHODS: This study applied a focus group methodology. The study group included a total of nine mothers who were staying in the Mother Room of the neonatal intensive care unit and agreed to participate in the study. For collection of data, a semi-structured emotional closeness form was administered through face-to-face interviews conducted with the participants in a suitable physical environment. A voice-recording device was used during the interviews.
RESULTS: In this study, the mothers described the main barrier preventing them from feeling emotionally close to their newborn as the inability to touch and be with their newborn in the units. They defined emotional closeness as the mutual recognition achieved between mother and child through physical closeness. The mothers further emphasized the importance of being face-to-face and having eye contact with their child, and they believed that touching increased maternal feelings of emotional closeness, as it provided the reality that this was their baby. Breastfeeding was another feature highlighted by the mothers as being an activity that made them feel emotionally close to their newborn infants.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings from this study overall showed that when and how mothers feel emotionally close is grounded in the experiences and conditions that serve to either facilitate or debilitate emotional closeness.

ARAŞTIRMA MAKALESI
4.
Psikiyatri servisinde yatan hastalarda içselleştirilmiş damgalanma ve yalnızlık ilişkisinin incelenmesi
Investigation of the relationship between internalized stigmatization and social loneliness in psychiatric inpatients
Meryem Fırat, Burcu Demir Gökmen, Mine Cengiz
doi: 10.14744/phd.2020.09226  Sayfalar 268 - 274
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma psikiyatri servisinde yatarak tedavi gören hastaların içselleştirilmiş damgalanma ve yalnızlık düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın evrenini doğuda bulunan bir ildeki araştırma hastanesinin psikiyatri servisinde yatarak tedavi gören hastaların tamamı oluşturmuştur. Evrenden örneklem seçimine gidilmemiş ve Mart 2017–Şubat 2018 tarihleri arasında psikiyatri kliniğinde yatarak tedavi gören, araştırmaya dahil olma kriterlerine uygun olan 77 hasta oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Kişisel Bilgi Formu”, “Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (RHİDÖ)” ve “UCLA Yalnızlık Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmış ve SPSS paket programı ile değerlendirilmiştir. İstatistiki analizler için yüzde, ortalama, standart sapma, t testi, Mann Whitney U, Kruskall Wallis ve korelasyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Ölçekler arasında yapılan korelasyon analizinde Damgalanmaya Karşı Direnç alt boyutu ile yalnızlık arasında istatistiksel olarak negatif yönde bir ilişkinin olduğu belirlenmiştir. Yabancılaşma, Kalıp Yargıların Onaylanması, Algılanan Ayrımcılık, Sosyal Geri Çekilme ve içselleştirilmiş damgalanma toplam puan ortalamaları ile yalnızlık puan ortalaması arasında istatistiksel olarak pozitif yönde güçlü bir ilişki olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Psikiyatri hastaları içselleştirilmiş damgalanma nedeni ile toplumdan daha izole bir yaşam sürebilmektedir. Araştırmada da hastaların içselleştirilmiş damgalanma düzeyleri yükseldikçe yalnızlık düzeylerinin arttığı, aksine içselleştirilmiş damgalanmaya direnç gösterdikçe yalnızlığın azaldığı sonucuna varılmıştır. İçselleştirilmiş damgalamayı azaltarak, direnci arttırarak hastaların hayata uyumlarının arttırılabileceği söylenebilir.
INTRODUCTION: This study aimed to investigate the relationship between internalized stigmatization and social loneliness in psychiatric inpatients.
METHODS: The study population consisted of all inpatients treated in the psychiatric ward of a research hospital in a province in the east of Turkey. There was no sample selection from the group of the 77 patients who received inpatient treatment at the psychiatry clinic between March 2017 and February 2018 and complied with the inclusion criteria. The Personal Information Form, Internalized Stigma in Mental Illness Scale, and Loneliness Scale were used to collect data by a face-to-face interview technique; the data were evaluated using the SPSS 23 package program. Percentage, mean, standard deviation, t test, Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis, and correlation analysis were used for statistical analysis.
RESULTS: In the correlation analysis of the scales, it was determined that there was a statistically negative relationship between the Stigma Resistance subdimension and loneliness, and a statistically significant positive correlation between the loneliness score, mean scores of Alienation, Approval of Stereotypes, Perceived Discrimination, Social Retraction and Resistance against Stigma.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Psychiatric patients may have a more isolated life because of internalized stigmatization. In this study, it was concluded that the level of loneliness increased as the internalized stigmatization levels of the patients increased, but that loneliness decreased as patients resisted internalized stigmatization. By decreasing the stigma and increasing the resistance to internalized stigma, patients can increase their adaptation to active social life.

5.
Sağlık çalışanlarında ruhsal durumu etkileyen faktörler ve vardiyalı çalışma sisteminin etkileri
Factors affecting mental status and effects of shift work system in healthcare workers
Bahadır Geniş, Behcet Cosar, Mustafa Ender Taner
doi: 10.14744/phd.2020.60590  Sayfalar 275 - 283
GİRİŞ ve AMAÇ: Vardiyalı iş sistemi birçok fiziksel ve zihinsel sağlık sorununa neden olmaktadır. Bu çalışmada, vardiyalı çalışma sisteminin sağlık çalışanlarının uyku kalitesi, ruhsal durumu ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin araştırılması planlanmaktadır. Ayrıca, depresyon ve anksiyete bozuklukları açısından risk altındaki nüfusu ve meslek grupları arasındaki farklılıkları belirlemeyi de amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Gazi Üniversitesi Hastanesinde çalışan 219 sağlık çalışanında yapıldı. Çalışanlar en son çalışma sistemlerine (vardiyalı, vardiyasız) ve meslek gruplarına (doktor, hemşire ve diğer) göre sınıflandırıldı. Çalışanlara Beck Depresyon Envanteri (BDÖ), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ), Pittsburg Uyku kalitesi İndeksi (PUKİ), Sabahçıl-Akşamcıl Anketi (SAA), Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ve Çalışanları için Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇYKÖ) uygulandı.
BULGULAR: Vardiyalı çalışanlarda vardiyasız çalışanlara göre BDÖ (p<0.001), BAÖ (p<0.001), ASÖ stres algısı alt boyutu (p=0.032), PUKİ (p<0.001) ve ÇYKÖ tükenmişlik alt boyutu (p<0.001) puanları anlamlı derecede yüksekti. Katılımcılar meslek gruplarına göre analiz edildiğinde, BAÖ puanları hemşirelerde anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.001). Stres algısı ve tükenmişlik hekimlerde anlamlı olarak yüksek bulundu (sırasıyla, p=0.003; p=0.005). Meslekler arasında BDÖ ve mesleki memnuniyet açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla p=0.101; p=0.778). Regresyon analizinde, BDÖ ve BAÖ puanlarının en önemli yordayıcısı 41 saat veya daha fazla çalışmaktı. PUKİ skorunun en önemli belirleyicisi vardiyalı çalışma sistemi idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlara göre, özellikle vardiya halinde çalışan hemşireler ve doktorlar, depresyon, anksiyete ve uyku bozuklukları açısından ciddi risk altındadır. Bir risk faktörü olan sigara içme konusunda çalışanların farkındalığı artırılmalıdır. Sağlık çalışanları, ruhsal hastalıkların oluşmasını önlemek için stres yönetimi ve uyku hijyeni konusunda eğitilmelidir.
INTRODUCTION: Shift work system causes many physical and mental health problems. This study aimed to investigate the effects of shift work on sleep quality, mental status, and quality of life of healthcare personnel. It also aimed to determine the population at risk for depression and anxiety disorders by assessing differences among the occupational groups.
METHODS: This study was carried out with 219 healthcare personnel at Gazi University Hospital. Employees were classified according to their more recent working schedule (shift, non-shift) and occupational groups (doctor, nurse, and other). Beck Depression Inventory (BDI), Beck Anxiety Inventory (BAI), Pittsburg Sleep Quality Index (PSQI), Morningness-Eveningness Questionnaire (MEQ), Perceived Stress Scale (PSS), and Professional Quality of Life Scale (ProQOL) were administered to the employees.
RESULTS: The BDI (p<0.000), BAI (p<0.001), PSS stress perception subscale (p=0.032), PSQI (p<0.001), and ProQOL burnout subscale (p<0.001) scores were significantly higher in shift personnel than non-shift personnel. When the participants were analyzed according to occupational groups, BAI scale scores were significantly higher in nurses (p=0.001) than doctors or others, whereas stress perception and burnout were significantly higher in physicians (p=0.003; p=0.005, respectively). There was no significant difference between the occupational groups in terms of BDI and occupational satisfaction (p=0.101; p=0.778, respectively). In the regression analysis, the most important predictor of the BDI and BAI score was working 41 hours or more. The most important predictor of the PSQI score was shift work.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to these results, especially nurses and doctors working in shifts are at serious risk for depression, anxiety, and sleep disorders. Employees’ awareness should be increased regarding the associated risk of smoking, which is a risk factor. Health care workers should be trained in stress management and sleep hygiene to prevent the occurrence of mental illnesses.

6.
Hemşirelerde aleksitimi ve aleksitiminin tükenmişlik, öfke ve somatizasyon ile ilişkisi
Alexithymia in nurses and its relationship with burnout, anger, and somatization
Ebru Konal Korkmaz, Sibel Telli, Hasibe Kadioglu, Semra Karaca
doi: 10.14744/phd.2020.98700  Sayfalar 284 - 291
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma hemşirelerin aleksitimi düzeylerini ve aleksitiminin tükenmişlik, öfke ve somatizasyon ile ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İlişkisel tanımlayıcı tipte olan çalışma 3–28 Şubat 2014 tarihleri arasında, İstanbul Anadolu Kuzey Kamu Hastaneleri Birliğine bağlı tam teşekküllü dört eğitim ve araştırma hastanesinde çalışan hemşireler ile yürütülmüştür (n=339). Araştırma verileri “Kişisel Bilgi Formu”, “Toronto Aleksitimi Ölçeği”, “Maslach Tükenmişlik Ölçeği”, “Spielberger Sürekli Öfke ve Öfke İfade Tarzı Ölçeği” ve “SCl-90 Somatizasyon Alt Ölçeği” ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler (ortalama, sayı, yüzde dağılımları) ve Kruskall Wallis testi, Mann-Whitney-U testi ve Spearman’s Korelasyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan hemşirelerin, yaş ortalamasının 30.8±7.3, %91.2’sinin kadın ve %28.6’sının orta düzeyde aleksitimik olduğu bulunmuştur. Aleksitimik hemşirelerin tükenmişlik puanı (p<0.05), öfke puanı (p<0.01) ve somatizasyon puan ortalamaları (p<0.01) aleksitimik olmayan hemşirelerden daha yüksektir. Aleksitimi ile tükenmişlik (r=0.18; p<0.01), öfke (r=0.34; p<0.01) ve somatizasyon (r=0.32 p<0.01) arasında pozitif bir ilişki olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma bulguları hemşirelerde aleksitimi düzeyinin yüksek olduğunu, aleksitimi puanı arttıkça tükenmişlik, öfke ve somatizasyon düzeylerinin de arttığını göstermiştir.
INTRODUCTION: The aim of the study was to evaluate the alexithymia levels of nurses and the relationship between alexithymia and burnout, anger, and somatization.
METHODS: This correlational descriptive study was conducted with 339 nurses working in four training research hospitals between February 3 and 28, 2014. Data were collected using the Demographic Questionnaire, Toronto Alexithymia Scale, Maslach Burnout Inventory, State-Trait Anger Expression Inventory, and SCl-90 somatization subscale. The analysis of the data was performed using descriptive statistics, the Mann-Whitney U test, Kruskal-Wallis test, and Spearman's correlation.
RESULTS: The mean age of the nurses participating in the research was 30.8±7.3, 91.2% were female, and 28.6% (n=97) had moderate alexithymia. The alexithymic nurses had higher burnout (p<0.05), anger (p<0.01), and somatization (p<0.01) scores than those who did not exhibit alexithymia. A positive weak relationship was found between the alexithymia scores and burnout (r=0.18; p<0.01), anger (r=0.34; p<0.01), and somatization (r=0.32; p<0.01) scores.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings of the study showed that the level of alexithymia in nurses was high and the level of burnout, anger, and somatization increased as the alexithymia score increased.

7.
Türkiye’de radyasyon onkolojisi hemşirelerinde mesleki otonomi, iş doyumu ve işle ilgili özellikler arasındaki ilişki
The relationship between work-related variables, job satisfaction, and perceived professional autonomy of radiation oncology nurses in Turkey
Şahika Mert, Emine Türkmen
doi: 10.14744/phd.2020.03789  Sayfalar 292 - 297
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, Türk radyasyon onkolojisi hemşirelerinin otonomi düzeyi, iş doyumu ve işle ilgili özellikleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu tanımlayıcı, kesitsel çalışma, üniversite, devlet ve özel hastanelerde görev yapan 138 radyasyon onkolojisi hemşiresinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, demografik özellikler ve 30-maddeli Hemşirelik Aktivite Ölçeği’ni içeren soru formu kullanılarak elde edilmiştir. Hemşirelerin mesleki otonomi ve iş doyumu algısı üzerine etki eden etmenler çoklu lojistik regresyon analizi ile incelenmiştir.
BULGULAR: Radyasyon onkolojisi hemşirelerinin mesleki otonomi algısı ve iş doyumu orta düzeyde bulunmuştur. Hemşirelerin mesleki otonomisi üzerine deneyim, yönetici/eğitimci olma ve eğitimin etkili olduğu (sırasıyla OR: 2.90, 2.62, 2.56) belirlenmiştir. Hemşirelerin iş doyumuna ise çalıştıkları hastane türü, algılanan profesyonel otonomi düzeyi ve çalıştıkları pozisyonun etkili olduğu (sırasıyla OR: 4.05, 3.23, 2.35) ortaya konmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel olarak radyasyon onkolojisi hemşirelerinin algıladığı mesleki otonomi ve iş doyumunun orta düzeyde olması ve lisans/lisansüstü düzeyde eğitim almış hemşirelerin otonomi düzeyini diğerlerine göre düşük algılaması önemli bir sorundur. Bu durum, iş stresine ve tükenmişliğe yol açabileceğinden, sağlık ve hemşirelik yöneticilerinin, radyasyon onkolojisi hemşirelerinin yaptıkları işin gerekleri ve sorumluluklarına uygun olacak şekilde yetkilerini artırmaları önerilir.
INTRODUCTION: This study analyzed the relationship between work-related variables, job satisfaction, and perceived professional autonomy in Turkish radiation oncology nurses.
METHODS: This descriptive cross-sectional study was conducted with 138 radiation oncology nurses employed at university, public, and private hospitals. Data were collected using a data collection form that included demographic variables and the 30-item Nursing Activity Scale. Multiple logistic regression analysis was used to evaluate the impact of independent variables on the perceived professional autonomy and job satisfaction of nurses.
RESULTS: The nurses’ perceptions of professional autonomy and job satisfaction were moderate. Experience, being a ward head/outpatient clinic nurse, and training affected the level of professional autonomy of nurses (OR: 2.90, 2.62, and 2.56, respectively). Additionally, the type of hospital, perceived level of professional autonomy, and position affected the level of job satisfaction (OR: 4.05, 3.23, and 2.35, respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Radiation oncology nurses with a moderate level of professional autonomy and job satisfaction and those completing undergraduate and graduate education perceived lower levels of autonomy than other nurses did, indicating a significant clinical problem. It is recommended that healthcare and nursing directors increase radiation oncology nurses’ professional autonomy based on job requirements and responsibilities because low autonomy may cause job stress and burnout.

8.
Kanser tanısıyla izlenen adölesanların algıladıkları ebeveynlik tutumları ve benlik saygıları arasındaki ilişki
The relationship between self-esteem and perceived parenting styles of adolescents with cancer
Naime Altay, Tuba Arpacı, Ebru Kılıçarslan Toruner
doi: 10.14744/phd.2020.90377  Sayfalar 298 - 305
GİRİŞ ve AMAÇ: Kanser tedavisi gören adölesanların benlik saygısı gelişimi olumsuz etkilenebilir ve algıladıkları ebeveynlik tutumları benlik saygılarını etkileyebilir. Bu çalışma kanser tanısıyla izlenen adölesanların benlik saygısı ve algıladıkları ebeveynlik tutumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kantitatif-tanımlayıcı türdeki araştırmanın örneklemini kanser tansıyla izlenen 12-18 yaş arasındaki 55 adölesan oluşturmuştur. Araştırma 01.11.2012–01.06.2014 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Servisinde yürütülmüştür. Verilerin toplanmasında adölesan ve ebeveynlere yönelik tanımlayıcı özellikler formu, hastalık ve tedaviye ilişkin veri toplama formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Anne Baba Tutum Ölçeği kullanılmıştır.
BULGULAR: Adölesanların çoğunun benlik saygısı puanlarının yüksek olduğu saptanmıştır (%85.5). Adölesanların algıladıkları ebeveyn tutumları incelendiğinde ebeveynlerin %58.2'sinin demokratik tutum gösterdiği ve %41.8'inin müsamahakâr tutum gösterdiği belirlenmiştir. Adölesanların anne baba tutum ölçeği alt boyutlarından aldıkları puanlar ile benlik saygısı puanları arasında anlamlı ilişki olmadığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adölesanların benlik saygısı düzeyleri ve algıladıkları ebeveyn tutumları hastalık ve tedavi sürecine uyumlarını etkileyebilir. Bu nedenle adölesanların fiziksel ve psikolojik iyilik hallerini etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi hemşirelik girişimlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
INTRODUCTION: The development of self-esteem may be negatively affected in adolescents receiving cancer treatment and perceived parenting styles may also effect their self-esteem. This study aims to determine the relationship between adolescents’ self-esteem and perceived parenting styles.
METHODS: The quantitative-descriptive study was conducted with 55 adolescents diagnosed with cancer between the ages of 12 and 18. The study was conducted in the Pediatric Hematology and Oncology Service at Gazi University Hospital between 01.11.2012–01.06.2014. Data were collected with a Descriptive Characteristics Form related to the adolescents and families, the Rosenberg Self-Esteem Scale(RSES), the Parenting Style Questionnaire (PSQ)Scale.
RESULTS: Most of adolescents had a high self-esteem score (85.5%). When the adolescents’ perceptions of parenting styles were assessed, it was determined that 58.2% of the parents exhibited democratic behavior, and 41.8% exhibited permissive behavior. There was no significant correlation between the parenting style sub-scale scores and the self-esteem scores of the adolescents (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Self-esteem and perceived parenting styles of adolescents may have a significant impact on their adaptation to the illness. Therefore, assessing factors affecting the physical and psychological well-being of adolescents is an important part of nursing interventions.

9.
Bir bölge psikiyatri hastanesi çocuk ve ergen polikliniğinde takip edilen ergenlerin tedaviye uyumlarının değerlendirilmesi
Adherence to prescribed treatment by adolescent outpatients with mental disorders at a regional psychiatric hospital
Gül Dikeç, Leyla Baysan Arabacı, Öznur Bilac
doi: 10.14744/phd.2020.57855  Sayfalar 306 - 314
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bir bölge psikiyatri hastanesinin çocuk ve ergen polikliniğine tedavi olmak amacıyla başvuran ruhsal bozukluğu olan ergenlerin tedaviye uyumlarını değerlendirmek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve kesitsel türdeki çalışma, Kasım 2018-2019 Kasım ayları arasındaki on iki aylık süreçte bir bölge psikiyatri hastanesi çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğinde takip edilen ve en az üç aydır psikotrop ilaç kullanan 142 ergen ile yürütüldü. Çalışmada verilerin toplanmasında Bilgi Formu kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde sıklık, yüzdelik, ortalama ve standart sapma kullanıldı.
BULGULAR: Bu çalışmaya katılan ergenlerin %55.6’sı kadın ve yaş ortalaması 14.51±1.98’dir. %70.4’ü çekirdek aile yapısı içerisinde yaşayan ergenlerin %93.7’si öğrenimine devam etmektedir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), anksiyete bozukluğu, duygudurum bozukluğu ve psikotik bozukluk tanılarıyla takip edilen ergenler stimulan (%50.7), antidepresan (%50.7) ve antipsikotik grubu ilaçlar kullanmaktadır. Ergenlerin ilaçlarını düzenli kullandığı, çoğunlukla (%50.7) ilaç yan etkisi yaşamadığı, ilaç yan etkisi yaşayanların daha sıklıkla etkili olmayan baş etme yöntemleri kullandıkları, %37.3’ünün ilaçlarını almayı hatırlamakta zorlanmadığı ve %24.6’sının ilaç almayı kesinlikle unutmadığı saptandı. Düzenli ilaç kullanmayı önemli bulan ergenler, kendilerini iyi ya da kötü hissettikleri zamanlarda çoğunlukla ilaçlarını bırakmadıklarını ifade ettiler. İlaçlarını düzenli almak için sıklıkla sosyal çevrelerinden destek alma ve hatırlatma sistemlerini (alarm, not gibi) kullandıkları bulundu. Ergenlerin %61.3’ü randevularına her zaman düzenli geldiğini, bazıları ise sıklıkla derslerine/okula devamsızlık yapmamak için randevularını aksatabildiklerini belirttiler.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ruh sağlığı ve psikiyatri hemşirelerinin, farklı hastalık gruplarında ve daha büyük örneklemli gruplarda çocuk ve ergenlerin tedaviye uyumu etkileyen faktörleri belirleyen, bu konuda standart ölçüm araçları geliştiren ve tedaviye uyumu arttıran girişimlerin uygulandığı müdahale çalışmaları yapmaları önerilebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate adherence to treatment by adolescents with mental disorders who applied to the child and adolescent psychiatry outpatient clinic of a regional psychiatric hospital.
METHODS: This descriptive and cross-sectional study was conducted with 142 adolescents who were followed while attending the child and adolescent psychiatry outpatient clinic of a regional psychiatric hospital for twelve months between November 2018 and November 2019. They had been using psychotropic medications for at least three months. In this study, an Information Form with 31 open- and closed-ended questions was used to collect the data. Frequency, percentage, mean, and standard deviation were used to evaluate the data.
RESULTS: In this study, 55.6% of the adolescents who participated were female, and the mean age was 14.51±1.98 years. 93.7% of adolescents continued their education and 70.4% lived in a nuclear family structure. Adolescents were followed up with Attention Deficit-Hyperactivity Disorder (ADHD), and the Anxiety, Mood, and Psychotic Disorders, respectively. Among them, 50.7% use stimulants, 50.7% use antidepressants, and antipsychotic medications. Adolescents used their medications regularly, most (50.7%) did not experience any side effects; those who experienced side effects more often used ineffective coping methods. 37.3% had no difficulty in remembering to take their medications and 24.6% did not forget to take them. Adolescents who found that using regular medication is important often stated that they did not give up whether they felt good or bad; they frequently used support and reminder systems (such as alarms or notes) to get their medications regularly. 61.3% of the adolescents stated that they always came to their appointments regularly; however, some stated that they could often interrupt their appointments in order not to miss classes.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is recommended that mental health and psychiatric nurses perform experimental studies in different groups of adolescents with mental disorders, using a larger sample in which interventions increase the adherence with treatment, determine the factors affecting the adherence to treatment, and develop standard measurement tools.

10.
Adölesanlarda öznel iyi oluş, öz yeterlik, sosyal kabul düzeyi ve irrasyonel inanışlar arasındaki ilişkinin belirlenmesi
Determining the relationships between adolescent subjective well-being, self-efficacy, social acceptance level, and irrational beliefs in adolescents
Esma Kabasakal, Oya Nuran Emiroğlu
doi: 10.14744/phd.2020.67044  Sayfalar 315 - 322
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmanın amacı adölesan bireylerde irrasyonel düşünme ile öznel iyi oluş, öz yeterlik ve engelli sosyal kabul arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırma ilişkisel tarama türünde bir araştırmadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma 25 Ekim 2017–17 Ocak 2018 tarihleri arasında 212 öğrenci ile yapılmıştır. Araştırma verilerinin elde edilmesinde “Ergen Mantıkdışı İnanç Ölçeği”, “Ergen Öznel İyi Oluş Ölçeği, “Genel Öz-Yeterlik Ölçeği” ve “Sosyal Kabul Ölçeği” kullanılmıştır. İstatistiksel analizde ilişki-korelasyon düzeyi Spearman korelasyon katsayısı ile yorumlanmıştır.
BULGULAR: Adölesanların irrasyonel inanış düzeyi ile; öznel iyi oluş düzeyi (r=-0.265), öz yeterlik düzeyi (r=-0.265) ve engelli sosyal kabul düzeyi (r=-0.162) arasında negatif yönlü zayıf düzeyde doğrusal ilişki bulunmuştur. Buna göre adölesanlarda irrasyonel inanışlar arttıkça öznel iyi oluş düzeyleri, öz yeterlik düzeyleri ve engelli bireylere karşı sosyal kabul düzeyleri azalmaktadır. Ayrıca adölesanların sosyal kabul düzeyi ile öznel iyi oluş düzeyi (r=0.205) ve öz yeterlik düzeyi (r=0.260) arasında pozitif zayıf düzeyde doğrusal ilişki bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırmada adölesanlarda öz yeterlik, öznel iyi oluş ve sosyal kabul arasında pozitif yönde ilişki bulunmuşken, irrasyonel inanışlar ile negatif yönde bir ilişki bulunmuştur. Bu bulgular ışığında adölesanlarda felsefik öğeleri içeren rasyonel düşünme becerisinin geliştirilmesi önerilmektedir.
INTRODUCTION: The research aims to examine the relationships between irrational thinking and subjective well-being, self-efficacy, and social acceptance of adolescents with disabilities. The study was designed as a descriptive and correlational study.
METHODS: The research was conducted between October 25, 2017, and January 17, 2018, with 212 students. Data were collected using the “Adolescent Irrational Belief Scale”, “Adolescent Subjective Well-being Scale”, “General Self-Efficacy Scale”, and “Social Acceptance Scale”. The Spearman correlation coefficient was used in statistical analysis to determine the relationships and correlations.
RESULTS: The level of irrational beliefs in adolescents revealed that there was a negative linear correlation between the subjective well-being level (r=-0.265), self-efficacy level (r=-0.265), and social acceptance of disability level (r=-0.162). Thus, the irrational belief levels of adolescents increased with decreasing levels of subjective well-being, self-efficacy, and social acceptance of disabled people. The results obtained from the social acceptance scale revealed that there was also a positive correlation between the subjective well-being (r=0.205) and self-efficacy (r=0.260) levels of adolescents.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Positive relationships between adolescents’ self-efficacy, subjective well-being, and social acceptance were determined in the study, while they had a negative relationship with irrational beliefs. The findings suggested that adolescents develop rational thinking skills that include philosophical items.

11.
Hemşirelerin ve öğretmenlerin kişilik özellikleri ve yaşam amaçlarının incelenmesi: Van örneği
Examining the personality traits and life goals of nurses and teachers: The sample of Van
Gamze Mukba, Zohre Kaya
doi: 10.14744/phd.2020.05945  Sayfalar 323 - 332
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma, hemşirelerin ve öğretmenlerin kişilik özellikleri ile yaşam amaçları arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla gerçekleştirildi. Bu çalışmanın bir diğer amacını ise hemşireler ve öğretmenler arasında kişilik özellikleri ve yaşam amaçları açısından farklılıkları belirlemek oluşturdu.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve ilişkisel tarama modeline dayalı olarak gerçekleştirilen bu araştırmanın katılımcılarını 2015-2016 eğitim yılında Van’da görev yapan 184 öğretmen ve 124 hemşire olmak üzere toplam 308 kişi oluşturdu. Araştırmanın verileri, Kişisel Bilgi Formu, Yaşam Amaçları Ölçeği ve Hızlı Büyük Beşli Kişilik Testi aracılığıyla toplandı. Verilerin analizinde korelasyon ve iki yönlü ANOVA tekniği kullanıldı. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Kolmogorov-Smirnov analizi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre, öğretmenlerin ve hemşirelerin kişilik özellikleri ile yaşam amaçları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görüldü. Öğretmenler ve hemşireler arasında karşılaştırma yapıldığında meslek grubu ve mesleki mutluluk değişkenlerinin birlikte katılımcıların duygusal denge kişilik özelliği üzerinde anlamlı etki oluşturduğu belirlendi. Katılımcılar arasında dışsal amaçlar açısından anlamlı farklılık olduğu, hemşirelerin dışsal amaç puanlarının öğretmenlerin dışsal amaç puanlarından daha yüksek olduğu bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemşirelerin dışsal amaçlarının öğretmenlerin dışsal amaçlarına göre daha yüksek düzeyde bulunduğu göz önüne alındığında ileriki araştırmalarda hemşirelerin dışsal motivasyonları, dışsal amaçları ve bu alt amaçlara etki eden değişkenlere yönelik çeşitli çalışmalara yer verilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Sonuçlara bakıldığında öğretmenlerin "dışadönüklük" ve "duygusal denge" kişilik özelliklerinin herhangi bir alt yaşam amacıyla anlamlı ilişki göstermediği sonucu elde edildi. Bu bağlamda öğretmenlerin “dışadönüklük” ve “duygusal denge” kişilik özelliklerinin yaşam amaçları ve mesleki mutluluğa etkisi nitel ve nicel bilimsel çalışmalarla ortaya konulabilir.
INTRODUCTION: This research was carried out to determine the relationship between the personality traits and life goals of nurses and teachers, as well as determining the differences between nurses and teachers in terms of personality traits and life goals.
METHODS: This study was based on the relational screening model and consisted of 308 participants, 184 teachers and 124 nurses working in Van, Turkey during the 2015–2016 academic year. Study data were collected using a personal information form, the Life Goals Scale (LGS) and the Quick Big Five Personality Test (QBFPT). Correlation and two-way ANOVA technique were used to analyze the data. Normal distribution of the data was assessed by Kolmogorov-Smirnov analysis.
RESULTS: According to the results of the research, there was a significant positive correlation between personality traits and life goals of teachers and nurses. According to the comparison between teachers and nurses, both occupation and occupational happiness had a significant effect on the emotional stability personality trait. There was a significant difference between the participants in terms of extrinsic life goals; the extrinsic life goals scores of the nurses were higher than those of the teachers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The extrinsic life goals scores of the nurses were higher than those of the teachers; therefore, further research of nurses’ extrinsic motivations, extrinsic life goals and other variables affecting these sub-goals would be beneficial. The study illustrated that the teachers’ extraversion and emotional stability personality traits did not show any meaningful relationship with any subfactors of life goals. Consequently, the effects of teachers’ extraversion and emotional stability personality traits on life goals and occupational happiness can be demonstrated through qualitative and quantitative scientific studies

12.
Gebelikte algılanan sosyal destek düzeyi ile sağlıklı yaşam biçimi davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi
Investigation of the relationship between the level of perceived social support and healthy lifestyle behaviors of pregnant women
Merve Kanığ, Kafiye Eroglu
doi: 10.14744/phd.2020.89156  Sayfalar 333 - 340
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma gebelikte algılanan sosyal destek düzeyi ile sağlıklı yaşam biçimi davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipte olan araştırma İstanbul'da bir kamu hastanesinin gebe polikliniklerinde ve Non Stres Test (NST) odasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini zihinsel engeli olmayan, okuma-yazma bilen, gebelikle ilgili herhangi bir riski bulunmayan 329 gebe oluşturmuştur. Veriler Sağlık Bakanlığı Risk Değerlendirme Formu, Gebe Tanılama Formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ), Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II (SYBDÖ) ile gebelerle yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistiklerde sayı, yüzde, ortalama ve korelasyon testleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmada gebelerin %69’u 25 yaş üzerinde, %65.7’si 4 yıl ve üzerinde evli, %56.6’sı lise ve üzerinde eğitim düzeyinde, %75.4’ü sosyal güvenceye sahip ve %87.5’i çalışmamaktadır. Gebelerin ÇBASDÖ toplam puan ortalaması 53.86±20.21 bulunurken, alt boyutta ‘‘ Aile Desteği’’ 23.06±5.75 puan ile en yüksek düzeyde saptandı. Gebelerin SYBDÖ II toplam puan ortalaması ise 124.44±24.87 bulunurken, alt boyutta ortalama 25.11±4.63 puan ile en yüksek “Manevi Gelişim” bulunurken ortalama13.08±4.57 puan ile en düşük “Fiziksel Aktivite” bulunmuştur. ÇBASDÖ ve alt boyut puan ortalamaları ile SYBDÖ II toplam puan ve alt boyut puan ortalamaları arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki belirlenmiştir (p<0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlara göre sosyal destek ile sağlıklı yaşam biçimi davranışları arasında olumlu ilişki saptanmıştır. Olumlu ağlık davranışlarının geliştirilmesinde hekim, hemşire, aile ve arkadaş çevresinin etkili olduğu söylenebilir. Hemşirelerin, eğitim ve danışmanlık hizmeti kapsamında; sağlıklı yaşam biçimi davranışları geliştirmede sosyal destekten yararlanması ve konu ile ilgili müdahale çalışmalarının yapılması önerilir.
INTRODUCTION: This study was performed to determine the effects of perceived social support on the healthy lifestyle behaviors of pregnant women.
METHODS: This descriptive study was conducted in a gestational outpatient clinic and a non-stress test room at a state hospital in Istanbul. The study sample included 329 literate pregnant women who did not suffer from any psychosocial issues or have any pregnancy related risks. The data were collected in face to face interviews using a Risk Assessment Form of the Turkish Ministry of Health, the Pregnant Women Identification Form, Multidimensional Scale of Perceived Social Support, and the Health Promotion Lifestyle Profile II. Statistical analyses of obtained data were analyzed with the descriptive statistics numbers, percentages and mean and correlation tests.
RESULTS: In the study, 69% of the pregnant women were over 25 years of age, 65.7% had been married for 4 years or more, 56.6% were high school graduates or had a higher level of education, 75.4% had health insurance and 87.5% were unemployed. The mean score for the Multidimensional Scale of Perceived Social Support was 53.86±20.21 and the highest score of 23.06±5.75 was for the familial support subscale. The mean score for the Health Promotion Lifestyle Profile II was 124.44±24.87. The highest score of 25.11±4.63 was on the spiritual growth subscale and the lowest score of 13.08±4.57 on the physical activity subscale. The scores for the Multidimensional Scale of Perceived Social Support and its subscales had a significant positive relation with the scores for Health Promotion Lifestyle Profile II and its subscales (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to these results, a positive relationship was found between social support and healthy lifestyle behaviors of pregnant women. It can be said that the environment with physicians, nurses, families and friends is effective in developing positive health behaviors. Within the scope of education and consultancy services of nurses; forming this positive relationship is recommended in order for pregnant women to benefit from social support in helping to develop healthy lifestyle behaviors and to conduct intervention studies on the subject.

LookUs & Online Makale