Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - J Psy Nurs: 2 (3)
Cilt: 2  Sayı: 3 - 2011
1.
Ön Sayfalar
Frontmatter

Sayfalar I - III

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Psikiyatri Kliniği'nde Yatan Hastaların İlaç Uyumları ve Sosyal Destekle İlişkisi
Drug Compliance of Patients Hospitalized in the Psychiatry Clinic and the Relationship with Social Support
Meral Kelleci, Elvan E. Ata
Sayfalar 105 - 110
AMAÇ: Bu çalışma psikiyatri kliniğinde yatan hastaların ilaç uyumlarını ve sosyal destekle ilişkisini belirlemek amacıyla yapıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmanın örneklemini Nisan 2009-Mart 2010 tarihleri arasında klinikte yatan, çalışmaya katılmayı kabul eden, anlama ve iletişime geçme konusunda sorunu olmayan 140 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri “Kişisel Bilgi Formu”, “Morisky Uyum Anketi” ve “Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği” ile elde edildi. Araştırmanın verileri teke tek görüşme yoluyla toplandı. Verilerin analizinde varyans analizi, korelasyon ve frekans dağılımı kullanıldı.

BULGULAR: Yaş ortalaması 37.20±12.82 olan hastaların, %51.4’ü kadın, %53.6’sı evli, %44.3’ü ilkokul, %25.7’si lise mezunu, %62.1’i orta düzeyde ekonomiye sahip ve %67.1’i çekirdek ailede yaşamaktaydı. Hastaların hastalık süre ortalaması 8.35±8.11 yıl ve ortalama yatış sayısı 3.25±2.08 idi. Hastaların ilaç uyumlarının, %20’sinin iyi, %48.6’sının orta ve %31.4’ünün kötü düzeyde olduğu belirlendi. Hastaların ilaç uyumlarına göre Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek ölçeği puan ortalamaları incelendiğinde aile desteği açısından gruplar arasında fark olmadığı ancak arkadaş desteği ve özel birisinin desteği alt boyutlarına göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farkın olduğu belirlendi (p<0.05). Arkadaş desteği ile ilaç uyumu arasında istatistiksel yönden anlamlı pozitif yönde zayıf bir ilişkinin olduğu saptandı (r=0.272, p=0.001).

SONUÇ: Araştırmanın sonucunda hastaların çoğunluğunun ilaç uyumlarının yetersiz olduğu, arkadaş desteği ve özel birisinin desteğini hisseden hastaların ilaç uyum puanlarının daha yüksek olduğu, arkadaş desteği ile ilaç uyumu arasında zayıf da olsa bir ilişkinin olduğu belirlendi.

OBJECTIVE: This study was carried out in order to determine drug compliance among patients hospitalized in the psychiatry clinic and the relationship with social support.

METHODS: The sample of the study was composed of 140 patients hospitalized in the clinic between April 2009 - March 2010, who accepted to take part in the study and had no problems in comprehension or communication. Data of the study were obtained with the “Personal Information Form”, “Morisky Adherence Scale” and “Multidimensional Scale of Perceived Social Support”. Data of the research were obtained during a face-to-face interview. For analysis of the data, variance analysis, correlation and frequency distribution were used.

RESULTS: The average age of the patients was 37.20±12.82 years, 51.4% were female, 53.6% were married, 44.3% were primary school graduates, 25.7% were high school graduates, 62.1% had mid-level economic status, and 67.1% lived with their immediate family. The average duration of the patients’ disease was 8.35±8.11 years, and the average number of hospitalizations was 3.25±2.08. Drug compliance was good in 20% of the patients, moderate in 48.6% and poor in 31.4%. When the average score of the Multidimensional Scale of Perceived Social Support was evaluated according to the drug compliance of patients, it was determined that there was little difference between groups with regards to family support; however, there was a statistically significant difference between groups regarding the sub-dimensions of support of a friend or someone special (p<0.05). There was a weak relation, statistically significant and positive, between support of a friend and drug compliance (r=0.272, p=0.001).

CONCLUSION: Based on the results of the study, it was determined that drug compliance of most patients was inadequate. The drug compliance score of patients who feel the support of a friend or someone special was high, and there was a relation, though weak, between support of a friend and drug compliance.


3.
Psikiyatrik Bozukluğu Olan Ergen ve Ebeveynlerinin Öfke İfade Biçimleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Examining the Mode of Anger Expression in Adolescents with Psychiatric Disorders and their Parents
Demet Taşçı Eser, Besti Üstün
Sayfalar 111 - 116
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, psikiyatrik bozukluğu olan ergen ve ebeveynlerin öfkeyi ifade etme biçimleri arasındaki ilişkiyi incelemektir.
YÖNTEMLER: Araştırmanın örneklemini, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Gençlik Ruh Sağlığı Danışma ve Tedavi Birimi’ne başvuran 15-18 yaş arasındaki ergen ve ebeveynleri oluşturmaktadır. Çalışmanın verilerini toplamak için, Demografik Bilgi Formu ve Spielberger tarafından geliştirilen ve Özer tarafından Türkçeye uyarlanan Sürekli Öfke/Öfke İfade Tarzı Ölçeği (SÖÖTÖ) kullanıldı. Araştırmada, tek yönlü ANOVA testi ve ANOVA testinin anlamlı olduğu durumlarda Tukey’s honestly significant difference (HSD) testi uygulandı.

BULGULAR: Araştırma sonuçları öfke düzeyleri açısından incelendiğinde, psikiyatrik bozukluğu olan ergenler ile ebeveyn anneler ve ebeveyn babaların sürekli öfke ve öfkeyi içe yansıtma durumları arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Psikiyatrik bozukluğu olan ergenler ile babaların öfkeyi dışarı yansıtma durumları bakımından istatiksel olarak anlamlı bir fark görülmezken; ergenlerin annelere göre öfkeyi dışarı yansıtma düzeyleri daha yüksek bulundu. Öfkeyi kontrol etme durumu bakımından psikiyatrik bozukluğu olan ergenler ile anneler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmezken; babaların öfke kontrollerinin ergenlere göre daha iyi olduğu görülmektedir.

SONUÇ: Bu araştırmanın sonuçlarına dayalı olarak, ergen ve ebeveynlerin birlikte katıldığı öfke yönetimi programları düzenlenmesi önerilir.
OBJECTIVE: The purpose of this study was to examine anger expression between adolescents with psychiatric disorders and their parents.

METHODS: The test group consisted of adolescents between the ages of 15-18 years and their families registered at Ege University Medical Faculty Hospital, Adolescent Mental Health Consultation and Treatment Unit. A demographic questionnaire and an Anger Expression Scale, which was developed by Spielberger and adapted to Turkish by Özer, were used for collecting data. One-way analysis of ANOVA was applied. Additionally, Tukey-HSD test was conducted when the results of ANOVA were significant.

RESULTS: When the results of the study were examined in terms of levels of anger, adolescents diagnosed with psychiatric disorders did not demonstrate statistical differences from their mothers and fathers concerning trait anger and inward reflection of anger. In terms of outward reflection of anger, adolescents diagnosed with psychiatric disorders did not demonstrate statistical differences in comparison to their fathers, but their outward reflection of anger was higher than that of their mothers. In terms of anger control, adolescents diagnosed with psychiatric disorders did not demonstrate statistical differences from their mothers, but the fathers were better in controlling anger than the adolescents.

CONCLUSION: Based on the study results, anger management programs are recommended for adolescents and their parents.


4.
Bir Psikiyatri Kliniğinde Hemşireler Tarafından Yapılan Hasta Bakım Planlarının Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri Modeli ve NANDA Tanılarına Göre Değerlendirilmesi
Evaluation According to the Functional Health Pattern Model and NANDA Diagnoses of Patient Care Plans Made by Nurses in a Psychiatry Department
Selma Sabancıoğulları, Elvan E. Ata, Meral Kelleci, Selma Doğan
Sayfalar 117 - 122
AMAÇ: Bu çalışma, psikiyatri kliniğinde hemşireler tarafından yapılan hasta bakım planlarının fonksiyonel sağlık örüntüleri (FSÖ) modeline göre veri toplama ve topladıkları veriler doğrultusunda hastaların The North American Nursing Diagnosis Association (NANDA) hemşirelik tanılarını belirleyebilme durumlarını değerlendirmek amacıyla yapıldı.
YÖNTEMLER: Tanımlayıcı ve retrospektif nitelikteki bu araştırma bir üniversite hastanesinin psikiyatri kliniğinde gerçekleştirildi. Araştırmanın örneklemini psikiyatri kliniğinde Eylül 2008-Haziran 2009 tarihleri arasında yatan ve Gordon’un (1982) FSÖ modeli ile NANDA doğrultusunda hemşirelik tanıları belirlenen 80 hastanın bakım planı oluşturdu. Hemşireler tarafından yapılan bakım planları FSÖ modeli ve NANDA tanılama sistemi dikkate alınarak araştırmacılar tarafından geriye dönük olarak incelendi. Veriler yüzdelik dağılımla değerlendirildi.

BULGULAR: Araştırma kapsamında FSÖ modeline göre değerlendirilen hastalardan, hemşireler sağlığı algılama ve yönetme (%98.8) ile aktivite-egzersiz fonksiyonuna (%91.3) ilişkin en fazla, cinsellik ve üreme (%20.0) fonksiyona ilişkin ise en az oranda veri toplamışlardı. Hemşirelerin topladıkları veriler doğrultusunda belirledikleri NANDA tanıları değerlendirildiğinde 23 farklı NANDA tanısı koydukları ve 80 hastaya toplamda 402 NANDA tanısı belirledikleri saptandı. Belirlenen tanılar incelendiğinde; %12.9 bireysel baş etmede yetersizlik, %11.2 benlik saygısında azalma, %10.4 rol performansında bozulma ve %9.0 uyku örüntüsünde rahatsızlık en fazla belirlenen tanılar olduğu tespit edildi.

SONUÇ: Hemşirelerin FSÖ modelini kullandıklarında psikiyatri hastalarının sık olarak yaşadıkları baş etme yetersizliği, benlik kavramında bozulma, uykuda değişim, terapötik rejimi etkisiz yönetme gibi problemleri gözden kaçırmadıkları düşünülebilir. Bununla birlikte hemşirelerin hastaların cinsellik örüntüsü, değer ve inançlar gibi alanlarını daha az değerlendirdikleri ve daha az sorun saptadıkları söylenebilir.

OBJECTIVE: The aim of the study was to analyze patient care planning prepared by nurses in a psychiatry clinic according to the Functional Health Pattern (FHP) model and to evaluate the NANDA (North American Nursing Diagnosis Association) nursing diagnoses based on the data collected.

METHODS: This retrospective and descriptive research was carried out in a psychiatry clinic of a university hospital. The sample of this research was the nursing plan of 80 inpatients hospitalized in the psychiatry clinic between September 2008 and June 2009 and the determined nursing diagnoses in the direction of Gordon’s (1982) FHP model and NANDA. Care plans made by nurses were retrospectively analyzed by researchers taking into consideration the FSO model and NANDA diagnosis system. The data were evaluated with percentage distribution.

RESULTS: Nurses collected the most data related to perceiving and managing the health (98.8%) function and activity-exercise (91.3%) function, and the least data concerning sexuality and reproduction (20%) function. When NANDA diagnoses were evaluated according to data collected by nurses, 23 different NANDA diagnoses were determined among 80 patients, and 402 NANDA diagnoses in total. When the determined diagnoses were analyzed, the most frequently observed were: 12.9% inadequacy in individual coping, 11.2% decrease in self-esteem, 10.4% failure in role performance, and 9% disorder in sleep pattern.

CONCLUSION: It may be considered that nurses, when they used the FHP model, did not overlook the important data in evaluating the problems the psychiatric patients frequently experienced, such as inadequacy in individual coping, decrease in self-esteem, disorder in sleep pattern, and ineffective management of therapeutic regimen. However, it was observed that nurses evaluate fields such as sexual pattern and values and beliefs to a lesser degree and detect fewer problems in these areas.


5.
Hemşirelik Öğrencilerinin Eleştirel Düşünme Eğilimleri İle Akademik Başarıları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Examination of the Relationship Between Critical Thinking Disposition and Academic Success of Nursing Students
Yalçın Kanbay, Elif Işık, Özgür Aslan
Sayfalar 123 - 127
AMAÇ: Bu çalışma, hemşirelik yüksekokulu öğrencilerinin eleştirel düşünme eğilimleri ile akademik başarıları arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapıldı.

YÖNTEMLER: Araştırmanın evrenini sağlık yüksekokulu hemşirelik bölümü 1., 2., 3. ve 4. sınıflarda klasik modele dayalı öğrenim modeli ile öğrenim gören 281 öğrenci, örneklemini ise 249 öğrenci oluşturdu. Veri toplama aracı olarak California Eleştirel Düşünme Eğilimi Ölçeği ve öğrenci transkriptleri kullanıldı. Değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla korelasyon, gruplar arasındaki farkın aranmasında ise varyans analizi yapıldı.

BULGULAR: Öğrencilerin eleştirel düşünme eğilimi puan ortalamaları 261.95 puan olarak belirlendi. Öğrencilerin eleştirel düşünme eğilimi puanları ile akademik başarıları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0.05). Bununla birlikte 1. ve 2. sınıf öğrencilerin eleştirel düşünme eğilim puanları 3. ve 4. sınıf öğrencilerin eleştirel düşünme eğilim puanlarından anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0.05).

SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda hemşirelik öğrencilerinin eleştirel düşünme eğilim puanlarının orta düzeyde olduğu, eleştirel düşünme eğilimi ile akademik başarı arasında ilişki bulunmadığı, 1. ve 2. sınıf öğrencilerin eleştirel düşünme puanlarının 3. ve 4. sınıf öğrencilerden daha yüksek olduğu belirlendi. Bu sonuçlardan yola çıkarak eleştirel düşünme becerisi daha yüksek öğrenciler yetiştirmek için müfredata eleştirel düşünmeyi geliştirici derslerin konulması ve öğrencilerin eleştirel düşünme eğilimlerindeki gelişmeyi belirlemeye yönelik uzunlamasına çalışmalar yapılması önerilir.

OBJECTIVE: This study was conducted descriptively to examine the relationship between critical thinking disposition and academic achievement of nursing students.

METHODS: The universe of the study consisted of 281 nursing students in a four-year health high school who were educated with a conventional learning method, and the sampling consisted of 249 students. As data collection tools, the California Critical Thinking Disposition Inventory and transcripts of the students were used. In order to study the relationship between variables, correlation analysis was used, while analysis of variance was used to evaluate the difference between the groups.

RESULTS: The critical thinking disposition mean score of the nursing students was determined as 261.95 points. The relationship between critical thinking disposition scores of the students and their academic achievement was not statistically significant (p>0.05). However, critical thinking disposition scores of 1st and 2nd year students were significantly higher than the scores of 3rd and 4th year students (p<0.05).

CONCLUSION: Critical thinking disposition scores of the nursing students were determined as moderate, no statistically significant relationship was found between critical thinking disposition and academic achievement, and finally, 1st and 2nd year nursing students were more successful than 3rd and 4th year students in terms of critical thinking. Based on these results, in an effort to graduate students with higher critical skills, it is suggested to supplement the current curricula with new courses aimed toward improving the critical thinking capabilities of the students. Furthermore, longitudinal studies to determine the development of the critical thinking disposition of the students should be conducted.


6.
Bir Psikiyatri Kliniğinde Yatan Hastaların Psikotrop İlaç Kullanma Hakkında Düşünceleri ve Taburculuk Sonrası Telefonla İzlem
Ideas Regarding Psychotropic Drug Use among Inpatients in a Psychiatry Clinic and after Their Discharge from the Hospital with Follow-Up by Telephone
Meral Kelleci, Selma Doğan, Elvan E. Ata, Dilek Avcı, Selma Sabancıoğulları, Filiz Başeğmez, Meral İşkey
Sayfalar 128 - 135
AMAÇ: Bu çalışma, psikiyatri kliniğinde yatan hastaların ilaç tedavisi ile ilgili düşüncelerini ve taburculuk sonrası ilaç kullanım durumlarını değerlendirmek amacıyla yapıldı.

YÖNTEMLER: Çalışma bir üniversite hastanesinin psikiyatri kliniğinde Temmuz 2008-Mart 2009 tarihleri arasında klinikte yatarak tedavi gören, çalışmaya katılmaya istekli olan, soruları anlama ve yanıtlama konusunda sorunu olmayan 92 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan hasta ve ailesine yönelik bir form aracılığıyla elde edildi. Form hastaların demografik özellikleri, uygulanan ilaç tedavisi ve bu tedavi ile ilgili hasta ve ailesinin görüşlerini belirlemeye yönelik hazırlanmış 56 sorudan oluşmaktadır. Veriler hastaların akut dönemleri geçtikten sonra yüz yüze görüşülerek elde edildi. Taburculuktan bir ay ve 6 ay sonra hastalar telefonla aranarak ilaç tedavisi ile ilgili uyumları değerlendirildi.

BULGULAR: Hastaların bipolar affektif bozukluk (%31.5), şizofreni (%26.1), psikotik bozukluk (%26.1), paranoid bozukluk (%5.4) ve psikotik depresyon (%2.2) tanıları vardı. Hastaların %40.2’sinin hastalık tanısını bilmediği, %12’sinin ilaçların gerekli olduğunu düşünmediği, %17.4’ünün ilaçlarının adını, %23.9’unun dozunu ve %49.1’inin kullanılma amacını bilmediği, %19.6’sının ilaçların bağımlılık yapacağını düşündüğü, %17.4’ünün taburcu olduktan sonra ilaç kullanmayı düşünmediği ve %64.1’inin ilaçların ne kadar süre kullanılması gerektiğini bilmediği belirlendi. Yapılan ilk telefon izleminde hastaların %70.6’sı ilaçlarını düzenli kullandığını belirtti. Hastaların %39.1’i taburculuktan sonraki ilk altı ay içinde ilaçlarını düzenli kullanmama nedeniyle hastaneye tekrar yattı. İlk 6 ayda hastaneye tekrar yatmayan hastalara yapılan ikinci izlem de ise, hastaların %54.3’ü ilaçlarını düzenli kullanmadığını belirtti.

SONUÇ: Hastaların ilaç yönetimi konusunda eğitime gereksinimleri olduğu, bu eğitimlerin yalnızca hastanede verilmesinin yeterli olmadığı, taburculuktan sonrada evde izlem ve danışmanlığın yapılmasına gereksinim olduğu, mevcut sistemin bu gereksinimi karşılama konusunda yetersiz kaldığı söylenebilir.

OBJECTIVE: This study aimed to examine the need for training among inpatients in a psychiatric clinic and their families on psychotropic drug use and to determine the drug compliance status after the patient’s discharge from the hospital.

METHODS: The study was conducted at a psychiatric clinic of a university hospital. The respondents were 92 patients who were hospitalized from July 2008 to March 2009, who were willing to respond and who did not have any problems in comprehending or replying to the questions. The data were collected through a form covering details of the patients and their families. The form consisted of 56 questions regarding the patients’ demographic details, drug therapies, and the views of the patients and their families about drug therapies and drugs. The data were collected face-to-face after the acute stage. The patients were contacted by telephone at one month and six months following their discharge from the hospital.

RESULTS: The patients were identified with the symptoms of bipolar affective disorder (31.5%), schizophrenia (26.1%), psychotic disorders (26.1%), paranoid disorders (5.4%), and psychotic depression (2.2%). It was discovered that 40.2% of the patients did not know their diagnosis, 12% did not think drugs were necessary, 17.4% did not know the names of their drugs, 23.9% did not know the dose of their drugs, 19.6% believed the drugs would cause addiction, 17.4% did not plan to use the drugs after being discharged from the hospital, and 64.1% did not know for how long they should continue taking the drugs. In the first monitoring by telephone, 70.6% of the patients said they used their drugs regularly. 39.1% of the patients were re-hospitalized in the first six months after discharge due to not using the drugs regularly. In the second monitoring by telephone, 54.3% of those who were not re-hospitalized in the first six months stated that they used their drugs regularly.

CONCLUSION: The results of this study indicate the need for training among patients on drug management. This training should not be limited to in-hospital; there is a need for counseling at home after discharge from the hospital, and the current system remains inadequate.


DERLEME
7.
Ruhsal Hastalığa Sahip Bireylerde Damgalama Süreci ve İçselleştirilmiş Damgalama
Stigma Process and Internalized Stigma among Individuals with Mental Illness
Olcay Çam, Döndü Çuhadar
Sayfalar 136 - 140
Damgalama, bazı toplumlarda ruhsal hastalık gibi belirli insan özellikleriyle ilişkili, olumsuz basmakalıp düşüncelerin (stereotiplerin) tetiklediği, sosyal statü kaybı ve ayırım olarak tanımlanmaktadır. Damgalama, damgalanan kişiyi, içsel algıları, inançları ve duyguları aracılığıyla etkileyerek kişiye zarar verebilir. Bireyler şiddetli ruhsal hastalık tanısı aldıkları zaman, toplumun ruhsal hastalıklı insanları etiketleyerek reddedeceği ve değersizleştireceğine inanırlar. Buna bağlı olarak da moral bozukluğu, benlik saygısında azalma, sosyal uyumda bozulma, işsizlik, gelir kaybı ve psikiyatrik tedaviye uyumda azalma gibi çok sayıda olumsuz sonuçlar deneyimlerler. Ruhsal hastalığı olan birçok kişi toplumdaki ruhsal hastalıklarla ilgili damgalamanın farkındadır ve bu hastaların bazıları kendilerine yönelik damgalamayı onaylamakta ve bunun sonucu olarak kendi kendilerini damgalamaktadırlar. İçselleştirilmiş damgalama, olumsuz basmakalıp düşüncelerin, kişinin kendisi tarafından kabul edilmesi sonucu ortaya çıkan, değersizlik, utanç, gizlilik ve geri çekilme olarak tanımlanabilir. Damgalamayı içselleştiren ruhsal hastalığı olan bireyler, daha fazla izole, yabancılaşmış ve sosyal olarak geri çekilmiş olurlar. İçselleştirilmiş damgalama hastalık semptomlarını kötüleştirmekte ve iyileşmeyi engellemektedir. İçselleştirilmiş damgalama damgalamanın bir sonucudur ve sağlık profesyonellerinin değerlendirmesi ve önlemeye yönelik girişimleri planlaması gereken bir durumdur. Bu derlemenin amacı, içselleştirilmiş damgalama ve baş etme yöntemlerine bakış açısı sağlamaktır.
Stigma is described as a loss of social status and discrimination triggered by negative stereotypes that have become linked in a particular society to a particular human characteristic, such as mental illness. Stigmatization can be harmful to the stigmatized person by affecting them via their internal perceptions, beliefs and emotions. When an individual with a severe mental illness label believes that society rejects and devalues those with mental illness, these patients suffer a number of negative outcomes, such as demoralization, lowered self-esteem, impaired social adaptation, unemployment, income loss, and reduced compliance to psychiatric medication. Most people with mental illness are aware of the stigma in society about mental illness, and some of these patients confirm the stigma towards them, and as a result, stigmatize themselves. Internalized stigma is the devaluation, shame, secrecy, and withdrawal resulting from the adaptation of negative stereotypes to oneself. People with mental illness who internalize stigma are more isolated, alienated and socially withdrawn. Internalized stigma worsens symptoms and impedes recovery. Internalized stigma is one of the outcomes of stigma, and it is thus an issue that mental health professionals should assess in order to devise appropriate intervention plans towards its prevention. The aim of this article was to provide a viewpoint regarding internalized stigma and coping skills.

8.
Damgalama Erken Yaşlarda Başlar… Gençlerde Ruhsal Hastalıklara Yönelik Damgalamayla Mücadelede Eğitimin Rolü
Stigma Starts Early: The Role of Education among Young People Combating Stigma about Mental Illnesses
Gül Oban, Leyla Küçük
Sayfalar 141 - 148
Çoğu ruhsal hastalık gençlik döneminde başlayarak, ilk yetişkinlik döneminde ortaya çıkar. Gençlik döneminde damgalama (stigma) nedeniyle psikiyatrik yardım almama hastalıkların kronikleşmesine ve olumsuz prognoza neden olmaktadır. Ruhsal hastalıklar konusunda verilen eğitimler toplumun ruhsal hastalıklar hakkında daha bilgili olmasını sağlar. Eğitimlerin gençlerde stigmayı azalttığı yapılan çalışmalarda görülmüştür. Bu bilgiler doğrultusunda bu yazıda, ulusal ve uluslararası boyutta gençlerde ruhsal hastalıklara yönelik bilgilendirme eğitiminin sosyal mesafe ve tutum üzerine etkisini belirleyen çalışmalar gözden geçirilmiş ve tartışılmıştır. PubMed (stigmatization, adolescent, education, social distance ve attitude) ve Türk Psikiyatri Dizini (damgalama, ergen, sosyal mesafe ve tutum) arama motorları taranmış ve anahtar sözcüklerle ilişkili PubMed’den 11 uluslararası ve Türk Psikiyatri Dizini’nden 15 ulusal çalışma sonucuna ulaşılmıştır. Toplam 26 çalışma değerlendirmeye alınmış ve gençlerde ruhsal hastalıklara yönelik verilen eğitimin damgalamayı azalttığı sonucuna varılmıştır.
Most psychiatric disorders begin during adolescence and manifest in early adulthood. One important barrier to mental health treatment for adolescents is the associated stigma. Not receiving psychiatric help during adulthood because of stigma can contribute to the development of chronic mental disorders and a negative prognosis. Education programs on the issue of stigma would ensure the community is better informed about mental disorders. Empirical studies of anti-stigma interventions among young people show that education programs can help to decrease stigma. The purpose of this study was to review and discuss the effects of education aimed at informing young people about mental disorders on social distance and attitude in national and international dimensions. The key words “stigmatization”, “adolescent”, “education”, “social distance” and “attitude” were searched in PubMed and Türk Psikiyatri Dizini, and a total of 26 research articles were evaluated.

LookUs & Online Makale